SEMİNER KONUSU:
MARİFET ve RIZIK
SEMİNERDEN NOTLAR
Tabiatımız gereği, beş duyu sınırında kalışımız sebebiyle istesek de istemesek de soyut bir kavramla karşı karşıya kaldığmız zaman ona biçim veririz. İnsan ne kadar inanıyorum desede Allah’ı gözünün önüne getiremez, sadece biçim verir. Hani çobanın biri «Allahım Yanımda olsaydın, saçlarını tarasaydım, bitlerini ayıklasaydım, seni sevseydim» diye bir şeyler söylüyor. O anda oradan geçen Musa; «Ey kendini bilmez , Allah öyle olur mu? O, şekilsiz şemalsizdir» gibi sözler söyler ve çobanın o anki saf sevgi halini bozar. İşte o çoban o anda tam da hüsn-ü zan üzeredir.
Burada önemli olan hüsn-ü zanla, su-i zannı ayırabilmektir. Su-i zan kötü zandır ve günahtır. Yani bir put oluştururuz. Kâinat kuvvetlerini güneş gibi ay gibi tanrılaştırırız veya öteye atarak oluşturduğumuz puta Allah adını veririz. Bu su-i zandır, Allah’tan örtünmektir yani günahtır. Ama o çoban ne yapmıştı? Allah inanışı var, Allah’a biçim veriyor. Yani bir şeyi alıp ilahlık sıfatları yüklemiyor. Allah’a itikadı var, ama O’nu biçime taşıyor. Bu çok önemli bir şeydir. Allah’a itikadımız vardır, iman-ı gaybi düzeyinde iman ederiz ancak, sıfatlarıyla müşahedemiz yoktur. Bu yüzden şehadet gerçekleşmemiştir. Sadece ibadet vardır bu da ihsandır.
1300 TL
SATIN AL VE İZLE